Nasıl Öğreneceğime Ben Karar Veririm
İlk olarak 1970 yılında yayınlanan, Amerikalı düşünür Alvin Toffler “Gelecek Şoku (Future Shock)” adlı kitabında, bugün eğitimcilerin hala ilke olarak kabul ettiği bir şey var: “Geleceğin cahili, okuma yazma bilmeyen değil, nasıl öğreneceğini bilmeyen olacaktır.” Bizler eğitim profesyonelleri olarak, öğrenme ortamını farklı öğrenme tarzlarına göre yapısal olarak farklılaştırmak, çeşitlendirmek ve zenginleştirmek üzere çalışmalar yapıyor, deneyimlenenlerden neyin işlediği ve neyin işlemediğine dair öğreniyoruz.
Farklı kuşakların iş dünyasında olduğu şu dönemde, farklı yaklaşım, yöntem ve ortamları oluşturmak bir gereklilik. Bundan on yıl öncesine gittiğimizde hayatımızda olmayan pek çok şey ile vazgeçilmez bir ilişki içindeyiz.
Buna en kuvvetli örnek “cep telefonları /mobil iletişim araçları”.
Onlar olmadan eksik gibiyiz. Özellikle Y Kuşağının günde yaklaşık 150 kere mobil telefonuna baktığı, günde ortalama 15’e yakın Facebook’unu kontrol ettiği, ortalama 1 saatini bu alanda geçirdiği söyleniyor. Onlar, online olmadıkları tek zaman aralığını uykuda oldukları zaman dilimi olarak ifade ediyorlar.
Cep telefonlarına ilave olarak geçmişte hayatımızda olmayan şu araların vazgeçilmezlerine; otomasyon, dronelar, 3D Printing, mobil ödeme sistemleri, giyilebilir teknoloji, nesneler interneti, yapay zeka, genomics, endüstri 4.0, Sanal Gerçeklik (VR) ve Arttırılmış Gerçeklik (AR) eklendi. Peki tüm bunlar öğrenme ortamını, yöntemlerini nasıl etkiliyor?
İngiltere’de yapılan bir araştırmada öğrenme araçları arasında ilk 10’a girenler şu şekilde açıklandı:
ATD 2017 araştırma raporlarında sınıf içi eğitimlerin oranını ilk kez % 50’nin altına indiğini açıkladı. Bunlar özetle, dijital devrimin çok yıkıcı bir şekilde hayatımıza girdiği anlamını taşıyor.
Tüm bu değişimleri öğrenme deneyimi açısından ifade etmek gerekirse şunlar oluyor: Kişiselleştirilmiş internet uygulamaları (müzik, eğlence gibi…); pazara değil kişiye yönelik, kişinin ihtiyaç ve istekleri düşünülerek tasarlanıyor.
Öğrenme ve gelişim dünyası, bu eğilimlerden ayrı duramaz.
Bunun bizdeki anlamı; kişiselleştirilmiş içerik, artan etkileşim… Bunun getirdiği fayda ise; etkili ve yetkin olmanın ön plana çıkması. Çünkü çalışanlar, kocaman bir içeriğin içinden kendisinin işine yarayan bölümü beklemekle geçirmiyor. Bir sonraki adım kurumların kendi internet uygulamalarını (aplikasyonlarını) geliştirmeleri gibi görünüyor.
Formal öğrenme yöntemleri değişiyor. Ayrıca kişinin ihtiyacına bağlı olarak karma öğrenme modeli ile dijital öğrenme platformları, sınıf içi eğitimler, kişiselleştirilmiş gelişim planı, koçluk, değerlendirme çalışmaları, proje bazlı öğrenme aktiviteleri de devreye giriyor. Bunlar devam ediyor ama her ne olacaksa geleceğin öğrenme mottosunda şu var:
“Just in time, just enough, just for me”
Bir başka deyişle, formal öğrenme bir otobüse binmek gibi; otobüsü nereye götüreceğine sürücü karar verir, yolcular yolculuk için yanındadırlar…İnformal öğrenme de bisiklet sürmek gibidir; sürücü, hedefi, hızı ve rotayı seçer.
Koçluk ve mentorluk daha yaygın hale geliyor. Nedeni ise bu yöntemlerin zaten odağında; hedefe taşıma, kişiselleştirilmiş gelişim vardı. Bu yanları ile bu yöntemler, daha bireye odaklı, kişiselleştirilmiş yaklaşıma birebir hizmet ediyor. Artık “topluluk önünde konuşamıyorum”, “zamanı yönetemiyorum” diyene eğitim yerine koçlardan yardım almayı öneriyoruz değil mi?
Sanal Gerçekliği (Virtual Reality) ve Artırılmış Gerçekliği (Agumented Reality) deneyimliyoruz… Bugünlerde özellikle adaptasyon, on boarding programlar ve teknik eğitimlerde VR ve AR kullanıyoruz. Bu araçlar ile bir davranışın sonuçlarını gerçekmiş gibi yaşatmanın etkileri şaşırtıcı; öğrenme gerçekleşiyor.
Türkçe açılımı “Kitlesel ya da büyük miktarda Açık Çevrimiçi Kurslar” olan MOOC’lar; içinde birçok çevrimiçi eğitimin yer aldığı, herkese açık ve genellikle ücretsiz olan, derslerin yanı sıra etkileşim ya da blog paylaşım olanaklarının da sağlandığı uzaktan eğitim portalları. 2012 yılından beri hayatımızda olan MOOC’lar, yapılandırılmış bilgiyi herkese açık hale getirerek, eğitimin sürekliliği ve eşitliği ilkesine en fazla hizmet eden ortamı mümkün kıldılar.
Mekandan, lokasyondan bağımsız çalışma biçimleri ise “Mobil Öğrenme” deneyimini çok işlevsel kılıyor. Google, sosyal medya gibi araçlar ile informal öğrenme, bilgiye ulaşma, paylaşma, konuşma, geribildirim almak ve vermek mümkün. Online çalışma grupları ile online ortamda işbirliğine dayalı öğrenmeyi deneyimliyoruz. Teknoloji, birlikte ve işbirliği içinde öğrenmeye önemli bir alan açıyor, bunu kolaylaştırıyor.
Mikro öğrenme (Micro Learning) ile; hızlı tüketilebilir, küçük parçalar halindeki içerikler, günümüzde öğrenme ortamımızın önemli bir parçası haline geldi. Aylar süren içerik üretimleri yerine, düşük maliyetle, kısa içerikler üretiyoruz.
Oyunlaştırma ise içeriği; teşvik, ödül, rekabet unsurları, motivasyon, geri bildirim, başarı odaklı yönelim gibi unsurlar ile daha çekici hale getiriyor.
Tüm yaklaşımlarda bakış açısı şu: “Less Is More”
Aklın ve bilginin girdi, teknolojinin çıktı olduğu bir dünyaya girdik ve ilerliyoruz…
Endüstri devriminde elleri yönettiğimiz bir dünyaya geçtik, bunu yaşadık.
Şimdi zihinleri yöneteceğimiz bir dünyadayız.
Gelecekte ise tek kesin nokta; geçmişe benzemeyeceği… Konuları tanımlamak, tasarlamak, geliştirmek, sunmak, yönetmek, ölçmek gibi bir lüksümüz olmayacak gibi görünüyor. Hayatta kalmak için, hızlı değişen; ortam, politikalar, ürünler, hizmetler içinde yüksek hızda gidebilecek insanlara ihtiyaç var. Çalışanlar, artık nasıl öğreneceklerini bulmak zorundalar; kendi müfredatlarını, kurslarını, öğrenmeleri için en uygun yolu bulmak durumundalar.
Geleceğe şimdilerde götüreceklerimiz; kişiselleştirilmiş öğrenme, hızlı tüketilebilir hap içerikler, aksiyonel öğrenme, birbirinden öğrenme, sosyal öğrenme, oyun temelli öğrenme, simülasyonlar, kapsamlı öğrenme ekosistemi gibi duruyor.