Değişen Dünya’Da Eğitmenler Değişmeli...
Dünya’daki tüm bu değişimden, teknolojinin her alandaki dönüştürücü etkisinden eğitim
sistemleri de payına düşeni alıyor. Uzaktan eğitimler, artırılmış gerçeklik, mobil öğrenme ve
sayısız yenilikten bahsederken eğitmenlerde ne değişti ya da değişmeli?
Yetişkinlere eğitim veren eğitmenler olarak geleceğin yetkinliklerine, uzmanlıklarına
hazırlarken kendi yetkinliklerimizi ne kadar dönüştürüyoruz?
Peki günümüzde öğrenenin hayatında neler değişti?
İş hayatında başarılı olmak için gerekli yetkinlikler ve beceriler değişti. Artık geleceğin
yetkinliklerinden bahsediyoruz. Pek çok kaynakta geleceğin yetkinlikleri olarak zihinsel
esneklik, koordinasyon, kompleks problem çözme, muhakeme, karar verme, bilinmezle baş
edebilme, çabuk öğrenme, yaratıcı yaklaşımlar bulabilmeden bahsediyor. Giderek daha
dijitalleşen dünyada sürekli yeni beceriler edinmek ve mesleklerin değişimine uyum
sağlamak gerekiyor.
Yetişkinlerde bu yetkinlikleri geliştirmek için önce eğitmenler olarak kendimizi sorgulayarak
yenilemeli ve geliştirmeliyiz.
Çalışma modelleri değişti…Yeni çalışma düzeninde katılımcılarımız geleneksel çalışma
modelleri yerine bağımsız çalışma, 24-saat ulaşılabilirlik, mobilite, crowdsourcing,
oyunlaştırma gibi yepyeni modellerde çalışmaya başladı. Daha esnek, daha zihinsel,
lokasyondan bağımsız dolayısıyla farklı bir enerji açığa çıktı. Bu enerjinin öğrenmeye
yönlendirilmesi için tasarımdan sunumlara her aşamada farklı bakabilmemiz gerekiyor.
Birkaç jenerasyon bir arada çalışıyor… Uzayan ömürle uzayan kariyerlerden
bahsediyoruz. Bu jenerasyonlar arası öğrenmeyi nasıl sağlayacağız? Tersine veya düz
mentorluklardan farklı formüller bulmak gerekiyor. Öğretirken öğrenebilmeli, birbirinden
öğrenmeye zemin hazırlayabilmeliyiz.
Rakipten hızlı öğrenebilmek için çeviklik öne çıkıyor. Kişilerin de kurumların da yeni
beceriler konusunda esnek ve yeniye açık olması gerekiyor. Sürekli öğrenme hiç bu kadar
öne çıkmamıştı.
Peki öğrenenler bu ortamda nasıl öğreniyor?
Harvard Business Review’da 2016 yılında yayınlanan bir makaleye* göre günümüzde etkili
öğrenenlerin dört önemli özelliği var;
İstemek/özlemek (aspiration),
Öz farkındalık (self-awareness),
Merak (curiosity) ve
Kırılganlık (vulnerability)
Öğrenenler gerçekten de bir konu ya da beceriyi öğrenmeyi hayal ediyor, istiyor,
kendileri hakkında farkındalıkları yüksek, sürekli soruyor ve sorguluyor, hatalarına ve
öğrenmenin başındaki zorlu sürece karşı toleranslı ve anlayışlılar.
İstemek/özlemek
İyi öğrenenlerde en temel özellik. Bu konuda motivasyonları var. İstemediğimiz bir şeyi
öğrenirken beyinde fiziksel acıda (bir soba el) uyarılan bölge harekete geçiyor (dorso
posterior insulas, cingulate cortex). Direnmemizin sebebi bu. Kaçıyoruz. Erteliyoruz. Negatif
tepki verip negatife odaklanıyoruz. Yeni bir şey öğrenmeye başladığımızda en iyi yol;
öğrendiğimizdeki kazanımlarımıza, elde edeceklerimize yani olumlu taraflarına odaklanarak
motivasyonu hiç düşürmemek.
Öz farkındalık
Cornell Üniversitesi’nden David Cunning’in araştırmasına göre kendimizi olduğumuzdan
daha iyi görme eğilimine sahibiz. Bu da aslında gelişmek için iştahımızı bir noktada
kesebiliyor. Kendimizle ilgili objektif olabilme becerisi öğrenenlerin önemli bir özelliği.
Merak
Çocuksu öğrenme motivasyonu ve merakı, sormak ve sorgulamak, yeni şeyler için heyecan
duyabilmek
Kırılganlık
Uzmanlaştıkça bilmenin konforuna alışıyoruz. Öğrenmenin ilk zorlu aşamasında vazgeçme
eğilimimiz çok fazla, ama iyi öğrenenler öğrenme sürecinin başındaki sıkıntılı süreci kabul
edenler ve sabredenler.
İrlandalı şair ve yazar William Butler Yeals “Eğitim bir kovayı doldurmak değil, ateşi
yakmaktır” demiş. Bugünün değişen dinamiklerinde öğrenme motivasyonunu artıran,
kalıcı öğrenmeyi sağlayan aslında kısaca ateşi yakabilen eğitimciler olmamız için
hangi özellikler gerekiyor?
Sıradışı Düşünebilmeli: Sıradışı düşünmek demek farklı açılardan olaylara bakabilmek ve
düşünce yöntemini geliştirmektir. Günümüz yetkinliklerinden en önemlileri olan sıra dışı
düşünebilme, öncelikle eğitmenler olarak anlattığımız konuya olan yaklaşımımızda çok
yönlülük, katılımcılardan gelen yeni ve farklı fikirlere açık olma, kullandığımız yöntemlerde
yeni bakış açıları getirmeyi destekleyecek seçimler yapabilme gibi pek çok adımda kendini
gösterir.
Dijital Okuryazar Olabilmeli: Dijital okuryazarlık; dijital ortamlarda araştırma, işbirliği
yapabilme, ortak çalışabilme ve dijital içerik hazırlayabilme gibi becerileri kapsar. Web
sayfası, blog, wiki, imaj, ses, fotoğraf, video, animasyonlar gibi dijital sunum araçlarını etkin
kullanabilmeyi içerir.
Eğitmenler de dijital öğrenme kaynakları konusunda kendini geliştirebilmeli; farklı dijital
kaynaklar ile içerik geliştirebilmeli, sunumlarında ilgi ve dikkat seviyesini en üst düzeyde
tutabilecek şekilde içeriğe hakim olabilmeli.
Fasilitatör Olabilmeli: Fasilitasyon kısaca kolaylaştırma, başkalarının kendi sorunlarını
çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri konusunda yönlendirme becerisi ve sanatı olarak
ifade edilebilir.
Günümüz eğitmeni, problem çözme odaklı olmalı ve deneyime dayalı öğrenen katılımcılara
fasilitasyon becerilerini kullanarak öğrenme deneyimi yaşatabilmeli.
Duygulara Dokunabilmeli: Duygular öğrenmeyi kolaylaştırır ve kalıcı olmasını sağlar, bu
çok sayıda bilimsel araştırma ile desteklenmiş bir gerçek. Platon’a göre öğrenmenin asıl
yapı taşı duygulardır ve duygu olmadan öğrenimim gerçekleşmesi mümkün değildir ve bu
konuya ‘’Öğrenmenin temelinde duygusallık yatar’’ ifadesiyle açıklık getirmektedir.
Duygusal uyarılma hafızayı güçlendirir ve beyin, deneyimlerin duygusal bileşenlerini diğer
her unsurdan daha iyi hatırlar.
Yani eğitmenler duygulara dokunarak hem öğrenme motivasyonunu hem de öğrenmenin
kalıcılığını etkiler.
Hikayeleştirebilmeli: Hikâyeler, geçmişte yaşananlar arasında bağ kuran birer köprü gibidir.
Üstelik, birden fazla duyguya hitap ettiği için hem akılda kalıcı hem de ilgi çekicidir. Bu
nedenle hikayeler duygulara dokunmanın en etkili yollarından biridir.
“Growth mindset” yani gelişim kafasına sahip olabilmeli:
Carol Dweck tarafından günümüze kazandırılan, öğrenme, yetenek ve zekaya karşı tutum
üzerine iki farklı yaklaşımdan bahseden bir araştırma var. Araştırmanın sonuçlarına göre
insanlar iki farklı zihin yapısına sahip olabiliyor; fixed (sabit) düşünce yapısı ve growth
(gelişime açık) düşünce yapısı.
Çok özetle, sabit düşünce(Fixed Mindset) yapısında zekâ doğuştan getirdiğimiz, sabit
değişmeyen bir kavram olarak kabul edilmektedir. Bu yapıda zihin yapısına sahip kişiler,
zorluklar ve başarısızlar karşısında sahip oldukları potansiyelin gelişebileceğine inanmazlar,
“bu kadarını” yapabildiklerini düşünürler, bir konuda başarısız olduklarında tekrar denemeye
karşı isteksiz olurlar çünkü, o zorluk onların yapabileceğinin üstündedir. Mevcut
yeteneklerinin sabit olduğunu düşündüklerinden zorlukları gelişme fırsatı olarak değil,
karşılarına çıkan ve aşamayacakları engeller olarak kabul ederler.
Alternatif olarak, gelişim kafasındaki(Growth Mindset) insanlar, en temel yeteneklerinin özveri
ve sıkı çalışma yoluyla geliştirilebileceğine inanır. Bu görüş, öğrenme için gerekli olan
esnekliği yaratır.
Büyüme zihniyetini benimseyen öğrenenler, daha fazla çalışırlarsa daha fazla
öğrenebilecekleri inancı ile daha fazla ve daha hızlı öğrenebilir, zorluklarını ve
başarısızlıklarını öğrenme ve becerilerini geliştirme fırsatları olarak görebilirler.
Eğitmenler olarak sahip olmamız gereken zihniyet elbette ki gelişime açık düşünce yapısı,
kısaca gelişim kafası.
Öğrenenleri, daha fazla öğrenebileceklerine, çok çalışırlar ve pratik yaparlarsa daha başarılı
olacaklarına inanmaya teşvik etmeli, aynı bakış açısına kendi gelişimimiz için de sahip
olmalıyız.
Tam bu noktada, eğitim verdiğimiz katılımcılarda daha iyi iletişimci, daha iyi yönetici, daha iyi
bankacı, daha iyi satışçı olma isteği yaratmak için en çok hangi alanda değişmeli,
dönüşmeliyiz sorusu geliyor.
Daha çok duygulara dokunan, deneyimi zenginleştiren, katılımcılarla dijital araçlarla da
buluşabilen ve aynı dili konuşabilen, düşünsel ve duygusal esnekliğe sahip, sorgulayabilen,
kendine anlattığı konuya farklı bakabilen ve baktırabilen bir eğitmen olmak çok uzak değil...
*Erika Andersen, Learning to Learn, 2016 https://hbr.org/2016/03/learning-to-learn